ÇOCUKLUĞUMUN KAYSERİSİNDE BAĞA GÖÇME ZAMANI
Mayıs çok sevdiğim, Hıdırellez’in, Nevruz'un, bahar ve emekçi bayramının 19 Mayis Gençlik ve Spor Bayramı’nın olduğu, ağaçların rengarenk çiçekler açtığı, tabiatın uyandığı, yaşama zevkimin doruk yaptığı, içimin oldu bitti kıpır kıpır ettiği, ve de benim doğum günümün olduğu aydır. Eski toprak damlı evlerimizin damlarında, her çocuk evinden yiyecekler getirir, baharın müjdecisi gelinciklerin, papatyaların arasında ‘DAZ DAZ’ kurar, peynir, haşlanmış yumurta, yeşil soğandan oluşan soframızda şen şakrak yemek yerdik. Öyle mutluyduk ki.
Mayıs ortalarında, genelde 19 Mayıs Bayramı tatillerinde Gesi, Nize Çayırlığı ya da Mersin Adana gibi daha erken yazın geldiği şehirlere sınıfça geziler düzenlenir, oyunlar oynanır sorumsuz ama coşkulu, samimi, ilk gençliğimizin unutulmaz anıları ile dönerdik. Kafamıza uyan öğretmenlerimizde bize eşlik ederdi.
Mayıs sonlarına doğru, havaların ısınması ile Kayseri'de artık evlere sığılmaz olur, bağa göçme telaşı başlardı. Bağa göçme deyip geçmeyin, şimdiki gibi arabana atladın mı, evin temizliği de yapıldı mı 10-20 dakikada bağdasın, her şeyin hazırdır. Çocukluğumuzda zavallı analarımız günler öncesinden hazırlanmaya başlar, ‘Aman bağa göçmez olalım, bu ne meşakkat’ diye sokransalar da, halkalar, keteler, kurabiyeler, kuru börekler, baklavalar vb yapılıp mahalle fırınlarında pişirtilirdi.
Taş yapı bağ evlerimiz genelde, bir tol ‘ÖTME’ önünde ‘SEKİ’, yanında ya da altında ‘TOKANA’ , biraz daha zenginlerin bağları iki katlı olup, yukarıda üç tarafı kapalı, kenarlarında dikdörtgen delikli havalandırma pencereleri olan, genelde cephesi şehre dönük olan bir ‘KÖŞK’ yanında kapalı, yatak odası olarak kullanılan bir oda, köşkün önünde sal döşeli bir oturma mekanı olurdu. Evlerin arazi yapısına göre kuyular konmuştur, aşırmalarla buz gibi kar suları çekilip içilirdi. ‘HELA’ evin dış kısmında foseptik çukurunun üzerine konumlanmış olup, her zaman su dolu bir tas bulundurulur, foseptiğe kül atılırdı.
Bağ evleri kışları emniyetli olmadığı için( hırsızlara karşı) tüm eşyalar bağdan inerken şehre götürülür, bağa göçerken lazım gelen eşyalar, kap, kacak, katmer saci, yatak yorgan, üzeri halı kaplı , ’yonu yastık’lar, minderler vb eşyalar savanlara sarılarak ‘DENK’ yapılır, bağa gitmeyecek eşyalar, halılar vb. naftalinlenip ‘MAFRAÇ’ kayılırdı. Komşularla helalleşilip kiralanan kamyona eşyalar yüklenir, şoför mahalline ana-babalarımız biner, çocuklarda yüklerin arasına emniyetle yerleştirilir, heyecanla bağımızın ne durumda olduğunu merak eder, yazlık, bağ komşusu arkadaşlarımızı görmek, oyunlar oynamak için sabırsızlanırdık. Ellerimize kırılabilecek eşyalar, kıymetli olan pilli radyo, fener, lüx yada çiçekler tutturulur, tozlu, kıvrım kıvrım, bağ yollarına revan olurduk. Biz çocuklar KAVAL ve DÜMBEK ( dümbelek) uçurtma yapmak için kamış ve kağıt, kuş lastik vb aletlerimizi önceden tedarik ederdik.
Bizim bağlarımız kıraç bağ idi. Belbaşı, Eğribucak ve Obruk… Su ihtiyacımız kışları kar doldurulan kuyulardan temin edilir, su çok idareli kullanılır, abdest suları çiçekliğe dökülürdü. Su olmadığı için bizim bağlarımızda bolca kayısı, badem, dut ağacı çiçekleri mis gibi kokan iğde ağaçları, dağdağanlar ve her çeşit üzüm asmaları olur ama lezzetlerine doyum olmazdı. Bol bol kayısı kurutulur, marmelat, pestil yapılır, pekmez kaynatılır, bazı bağcılar köfter ve kedi bacağı da yaparlardı. Çam ve benzeri su isteyen ağaçlarını ya parklarda ya da Talas, Hisarcık, Karacaoren, Eşek Meydani ( Gerçi hanımların bağları orada olduğu için kızıyor, Işık Meydanı diyor ya) neyse vb. sulak bağlarda akrabalarımıza gittikçe görürdük. Başka bir akrabamızın bağına gidildi mi dönüşte araba olmadığı için orada yatıya kalınır, erkekler bir odada, kadınlar bir odada yatılır, sabah ezanıyla üstü açık kamyonlarla dönülürdü. Peynir, sızgıt, yoğurt vb. yiyecekler bozulmasın diye dağın içlerindeki soğukluk denilen inlere konur, bazen da iple kuyulara sarkıtılırdı. Kayalık Kükürt Dağları’nda yılanlarla, ergap( Akrep), büyülerle arkadaş gibiydik. Analarımız sıkı sıkı tembih ederdi, eğer yılanla karşılaşırsanız, korkmayın ve ona taş veya sopa ile falan dokunmaya kalkmayın ‘Git yılan, bana dokunursan Muhammet şefaatinden mahrum kal de, göreceksin senden uzaklaşıp yoluna gidecektir’ diye öğüt verirlerdi, hakikaten faydasını gördük, ben şahsen çevremde hiç bir vukuat görmemiştim..
Sevgili gençler, sizlere iptidai gelebilecek günlerden buralara geldik. Daha hela ve banyodan yeterince bahsetmiyorum. Elektrik yok, önceleri fener, sonraları lüx ile aydınlanılır, çamaşır, bulaşık makinalari vb. aletler, tv, bilgisayar, telefon, internet neyim sizlerin olmazsa olmazlarınız yok. Haberler ve müzik pilli seyyar radyolardan dinlenir, kısmen Türkiye'den haberimiz olurdu. Geceleri açık havada, kumun üzerine serilmiş yün yataklarımızda, ağustos( cırcir ) böceklerinin serenatı, gecenin zifiri karanlığında Büyük Ayı, Küçük Ayı, Kutup ve Çoban Yıldızı’nı, Saman Yolu'nu seyrederek temiz havada uykuya dalardık. Pırıl pırıl ışıldayan yıldızlar, bana göz ediyor gibi gelirdi. Sabahın ayazında, seher vakti öten elmacık, kanarya ve bülbüller uyandırırdı bizi.
Erik ağacı hangisi bilmeyen, dutu dalından yemeye üşenen sevgili gençler, size bir sır vereyim mi? Bu gün hamdolsun nasip oldu Kayseri'mizin en seçkin bağlarının olduğu bir lokasyonda, şehir konforunda bağ evimiz var, öyle eşya falanda taşımaya gerek yok, her konfor var, tıpkı şehir gibi. Bir gün sizde anlarsınız ya, o çocukluk günlerimizin saf ve temiz, birbirine hava atmayan, maddiyata bakmayan, bir birlerini ahiret komşusu sayan, arkadaşlarını, komşularını, yalın ayak toprakta gezdiğimiz, bağ başakladığımız, komşu teyzemin ot ateşinde taze taze pişirdiği bazlamaya sarımsak sürüp, üstüne domates doğrayıp bizlere verdiği, dut ya da üzümle yediğim günlerin yerini hiç bir şey tutmuyor. Şimdi her şey kolay elde edilip, kolay ve çabuk tüketiliyor, tıpkı şimdiki dostluklar gibi.
‘HAYATIN NE KADAR UZUN OLDUĞU DEĞİL, NE KADAR GÜZEL YAŞADIĞIMIZ ÖNEMLİDİR’
Kalın sağlıcakla.